1973 yılında ODTÜ matematik bölümüne girdiğimde bölümün star hocası olarak abilerin bize gösterdiği bir hocaydı. Yüzünden eksik etmediği ve çok samimi olduğu belli olan tebessümüne rağmen kendisinden çekinirdim. Özellikle telaşla yürüdüğü sırada savrulan ceketinin sol iç cebinde görünen Beymen etiketi onu bize ulaşılmaz kılardı.
Ama 150 kişilik girişi olan sınıftan üçüncü yıl Pure Matematiğe sadece Doğan Çömez ve ben ayrılınca bölümdeki hocalarla, ve bu arada Tosun hocayla da, akraba olduk. Kendisini asıl o zaman tanıdım. Ondan birkaç analiz dersi aldım. Onu dinleyince analiz hem hoş hem de çok kolay görünürdü. Oysa analiz kitapları öyle söylemezdi. Konuyu hangi açıdan anlatıyor da hem aklımda kalıyor hem de kolay buluyorum diye bakar tekniğini öğrenmeye çalışırdım. İlerde analiz yapmaya niyetim olmadığı için anlattığı analizi değil de nasıl bu denli başarılı anlattığını anlamaya çalışırdım.
Derse her daim yepyeni olan takım elbisesini uçuşturarak gelirdi. Elinde yarısına bir şeyler karalanmış tek bir sayfa kağıt. O kağıda bakmadan dersi anlatır, çıkarken de kağıdı buruşturup kapının yanındaki çöp kutusuna atmayı ihmal etmezdi. Biterdik! Yıllar sonra hoca olduğumda kendi üslubumu buluncaya kadar etkilendiğim hocalardan çalıp denediğim yöntemlerden biri ve en zevklisi bu olmuştu.
Onun kolokyum konuşmaları da benim için ayrı bir okul olurdu. Sanki o an aklına gelenleri rastgele anlatıyor gibi bir havada konuşur, konuşma bitince ne kadar planlı ve ögeleri birbirine bağlı bir konuşma olduğunu hayretle görürdüm. Çehov’un “öykünün başında bir tabancadan söz ettiyseniz, öykünün bir yerinde bu tabanca mutlaka patlamalı” sözüne uygun olarak konuşmasında pek çok “tabancadan” söz eder ve konuşmanın sonunda bunlar art arda patlardı.
Çocukken, babasının kendi kitaplarına şekil çizmek için kullandığı kağıtlara evde kimse yokken mürekkepli kalemle şekiller çizip “Ben de matemaik yaptım” diye babasına gösterdiğini ve babasının ona başka kağıtlar verip “Sen matematiğini bunlara yap, benim kağıtlarımı rahat bırak” deyişini anlatırdı. “Matematiğe ilk katkım odur” diye bitirirdi. Daha sonra da analizdeki Nükleer Uzaylar seminerlerine nasıl askeri dönemde, bir yanlış anlama sonucu devlet tarafından gözlemci gönderildiğini anlatmaya geçerdi. Onu dinlerken matematikçilerin hayatının ne kadar hoş olduğunu düşünürdünüz.
Hayata ve matematiğe karşı duruşunu örnek aldığım, Türk matematik dünyasında idol olarak gördüğüm birkaç kişiden biriydi. Tüm hayranlığıma ve minnettarlığıma rağmen taklit edemediğim yönü ise sınırsız bir cömertlikle her ihtiyacımız olduğunda sorgusuz sualsiz bize referans mektupları vermesiydi. En acil durumlarda bizim kendimiz için yazdığımız ve derhal yerine yetiştirilmesi gereken mektupları bile okumadan imzalar, gözü yazdığımız bir iki kelimeye çarparsa “bunu da mı yazdın!” diye kahkaha atardı. Bazan benden referans isteyen öğrencilere nazlanırken kendimi yakaladığımda Tosun hocayı hatırlarım, yanaklarım kızarır.
Hayatta zor bir karar verme arefesinde “O olsa ne karar verirdi acaba” diye aklıma getirdiğim birkaç büyüğümden biriydi. Sanki evrenin sırrına çok ciddi bir şekilde aklımı taksam ve bulamasam, Tosun hocaya sorarsam söyler gibi bir duyguyu hep taşıdım içimde. Onun ölümüyle hayatımdan bir şeyin eksildiğini hissediyorum ama tam olarak kavrayamıyorum. Keşke mümkün olsa da bunun ne olduğunun kendisine sorabilsem.
Hocam, seni çok sevmiştik.
Ali Sinan Sertöz,Bilkent Üniversitesi, Matematik Bölümü